Dosya Yükleniyor. Lütfen Bekleyiniz...



Facebook
Twitter
Başa Dön
STRATEJİ

Yaralamadan ve yaralanmadan koşmak!

2 Eylül 2014 , Salı 09:25
Yaralamadan ve yaralanmadan koşmak!
hakan@senbir.gs

Kariyer yolculuğu sert ve çetin bir yoldur. Üstelik bu yolculuğun başı da, ortası da, sonu da, ödüllerin cazibesiyle doludur. Bu yolculukta, hem kişisel hem de kurumsal hedefler nedeniyle kişiler ve kurumlar davranışsal açıdan bir yol ayrımına gelirler. Bu yol ayrımında verilecek karar sonrasında, ya at gözlüğü takarak ya da takmadan koşarlar... Bu iki yol arasında keskin bir fark vardır ve bu karar sonrası hem kişi hem de kurum kendi yaşamlarını da bağlayan bir biçim seçerler. Bir yanda, yaralayarak ve yaralanarak zirveye koşmak; diğer yanda ise yaralamadan ve yaralanmadan başarıya koşmak. Bu iki yol arasındaki tercih kişinin ya da kurumundur. Üstelik bu ayrım sadece yaralamak, yaralamamak ayrımı da değildir; aslında nereye koştuğunuzla da ilgili bir ayrımdır. Zirveye mi, başarıya mı? Burada da tercih kişinin ve kurumundur.

Bir insan ya da bir kurum zirveye neden koşar? Asıl önemli olan zirve midir, başarı mıdır? Bu tamamen neye ihtiyacımız olduğuyla ilgilidir. Pek çok marka stratejisinin (!) vizyonunda “lider olmak” ifadesi vardır. Falanca sektörün lideri, filanca sektörün lideri, vesaire, vesaire... Herkesin derdinin salt para olduğu bir ortamda liderliğin tanımı açıktır. Oysa bir alanda bir lider olacağını düşünmek standart bir bakış açısından öteye geçemez. Tek bir zirveye doğru yapılan yarış, ne koşucusuna ne de izleyicisine mutluluk getiren bir yarıştır. Böyle bir yarışta, at gözlüğünü takıp, sağa sola tekme atmadan ve tekme yemeden koşmak neredeyse imkansızdır.

Liderlik nedir? Zirve neresidir? Ciro mu, müşteri sayısı mı, insan kaynakları büyüklüğü mü, müşteri mutluluğu mu, yoksa verimlilik mi? Kariyer yolculuğunda veya pazarlama yarışında ihtiyacımız olan şey, zirve olduğunu sandığımız bir “vecd” yani bir çeşit ekstaz anı mıdır? Yoksa kişinin ya da kurumun kendinden geçerek ruhunun gerçeklikten bu denli kopmadığı, istikrarlı ve gerçekçi bir sürdürülebilir başarı mıdır? Bir potansiyel müşterim, ilk görüşmede “Türkiye’nin en iyi marka danışmanı kimdir?” diye sormuştu. “Benim”diyerekego merkezli bir cevap vermek ya da sönük bir tutumun ikisi de, mesleğini gururla icra eden birinin tarzı olamaz. Ben kendisine, kendi adım dahil,bildiğim, tanıdığım pek çok ismi saydım. Çünkü samimi inancım, kendimi koyduğum yerde pek çok ismi de birlikte görmekten geçerve diğer isimlerin de çok değerli ve iyi marka danışmanları olduğuna inanırım. Ben böyle düşündüğüm için, benim için de böyle düşünürler. Benimle çalışmayı seçen bazı müşterilerden sonra, listedeki diğer danışman arkadaşlarımın müşteriye olumlu düşünce belirtmesi de, beni fazlasıyla mutlu etmektedir. Aksi durum olduğunda da, ben gerekeni memnuniyetle yapmaktayım. Bir sektörün ancak böyle büyüyebileceğine ve itibarını yükseltebileceğine inanıyorum.

Kim bilir? Belki de küçüklüğümüzde böyle öğrendiğimizdendir. Meslek hayatıma Eczacıbaşı Topluluğu’nda başladım. Eczacıbaşı Endüstriyel Hammaddeler Sanayi A.Ş.’de, seramik hammaddeleri tedarik etmek için Anadolu’yu karış karış dolaştım. Çoğu zaman, İstanbul’a dönüş yolunda rakip markaların ofislerine uğrayarak merkez ofislerine gönderecek bir şeyleri olup olmadığını sormak rutin bir alışkanlıktı. Kurye hizmetlerinin yerleşmediği seksenli yılların sonunda, biz rakiplerimize, rakiplerimiz de bize bu konuda yardımcı olurduk. Olurduk da, rakibin aracına verip merkez ofislere gönderilen hammadde numune örnekleri aslında son derece stratejik bir öneme sahipti. Ancak kimsenin aklından, acaba içinden bir parça alıp, analize gönderirler mi, diye bir soru geçmezdi. Çünkü çetin rekabete rağmen, sektörün kuralları at gözlüğü takıp koşmak ve yaralamak üzerine kurulmamıştı.

 

Kapitalizmin sert koşulları ve bunu besleyen eğitim sisteminin hazin durumu, tek kazananın olduğu bir zirveye giden yolda, sağa sola çifte atarak yükselmeyi meşru kılmaktadır. Bu nedenle, gerek kişisel ve gerekse kurumsal düzeyde, rekabeti bitirerek başarılı olma anlayışı giderek hakim bir tür haline geldi.

Oysa, siz kimseyi yaralamazsanız, kimse de sizi yaralamaz. Yaralamaya kalkan olursa da, hiçbir etkisinin olmayacağı konusunda sizi temin ederim.Çok sevdiğim bir arkadaşımın ifadesiyle, “pozitif hırs” mı, yoksa “negatif hırs” mıdır ihtiyacımız olan? Eğer bu soruyu “pozitif hırs” olarak cevaplıyorsak, o zaman, pek çok sektördeki negatif hırsın nedenlerini masaya yatırmamız gerek. Aslında, bunun sebebi çok açık. Türkiye, dünyada kişiler ve kurumlar arası güvenin en düşük olduğu ülkelerden biri. Ancak on kişiden biri, genelde karşısındakine güvenebileceğini söylüyor. Güven eksikliği nedeniyle, Makyavelist gerçeklik teorisi devreye girmekte ve herkeskendi gardını almakta. Böyle bir ortamda da herkes kaybediyor. Gerek kişilerin kariyerinde ve gerekse kurumların mücadelesinde güveni sağlayacak bir sistem ihtiyacı, artık her zaman olduğundan daha da elzemdir.

 

Hakan Senbir Twitter hesabına ulaşmak için lütfen tıklayın

Hakan Senbir Facebook hesabına ulaşmak için lütfen tıklayın

 

Yasal Uyarı: halklailiskiler.com sitesinde yayınlanan yazılı ve görsel içeriğin tüm hakları halklailiskiler.com'a aittir. Kaynak gösterilse dahi herhangi bir içeriğin tamamı izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alınan içeriğin bir bölümü halklailiskiler.com’a link verilerek kullanılabilir.
Yorum Yazın

Yazarın Diğer Yazıları