Yaşama dair, özellikle de iç dünyamıza yönelik mesajları son zamanlarda ne kadar çok kaleme aldığımı fark etmişsinizdir. Kendi içsel yolculuğumu sürdürürken öğrendiklerimi, yeni bakış açılarını, uyanışımı, ilüzyonlarla aldandığımız bu dünya yerine Hakikat’ı sizlerle paylaşıyorum. Bilgi geldikçe coşuyorum… Akıyor, tıpkı yaşam gibi…
Her gün yeni bir gün… Her an her şey değişebilir. Herkesin hayat filmi farklı. Hayatta inişler de var, çıkışlar da, mutluluklar da, acılar da… Ben hepsine aynı bakmayı öğreniyorum artık… Ne kötü bir olaydan kendimi derbeder edecek kadar etkileniyorum, ne olmayan bir işe takılıyorum, ne başlamadan biten bir ilişkiye anlam yüklüyorum, ne bir eleştiriyi üstüme alınıyorum, ne bir iltifata kanıyorum.
En son öyle bir olay yaşadım ki, tüm bu öğretileri idrak etmem için ben de iyice bir duvar etkisi yarattı. Babam aniden kalp krizi geçirdi, kalbi durdu, öldü, deyim yerindeyse öbür tarafa gitti, ve geri geldi!
Cuma sabahı babam otomobille beni İstanbul’da havalimanına bıraktı. Yazın son demleri için Bodrum’daki yazlığımıza gitmek istedim. Yolda sohbet ettik. Ben ona yine spiritüel konular anlattım; kafasını taktığı işlere zihinsel olarak nasıl farklı yaklaşması gerektiğinden bahsettim. O gün bir arsamızın satışından para alacak ve bir borç ödeyecekti. Aylardır bu konuyu stres yapmıştı. Haksızlığa uğradığını düşünüyordu. Ben de bu konuyla ilgili daha fazla detay duymak istemediğimi, enerjisini ve bakış açısını değiştirmeden işlerin yoluna girmeyeceğini söyledim. Güzelce ayrıldık. Hatta işleri hallettikten sonra o da Bodrum’a gelip kafa dinlemek istediğini hatırlattı. Ben de “hiç erteleme, önce tatilini yap, sonra işlere bakarsın” dedim.
Bazen işlere, maddi durumlara, ofiste yaşananlara..vs öyle takıyoruz ki kendimize zarardan başka bir şey değil. Stresi biz yaratıyoruz, hastalığı biz kendimize çekiyoruz. İş hayatı tabii ki yaşamın bir parçası ama her şey değil.
Babam beni bıraktıktan sonra işle ilgili görüşeceği kişinin ofisine yakın oturan teyzelerimden birini aramış. Evine kahvaltıya gitmiş. Ona içini dökmüş, “Ece beni haşladı, ama haklı” diye. Bir süredir -benim zorumla- başladığı nefes terapilerinden nasıl memnun olduğunu, ona spor ve nefesli hayatın nasıl iyi geldiğini anlatmış. Sonra da kalkıp görüşeceği kişinin iş yerine gitmiş. Çok içine sindirmese de anlaşmayı kabul etmiş ve oradan ayrılmış.
Tekrar teyzemi aramış ve beş dakika sonra evinin köşesine çıkmasını, ona bir hediye bırakacağını söylemiş. Teyzem aşağı inmiş, beklemeye başlamış. Geçmiş beş dakika, on beş dakika… Babam gelmeyince cep telefonundan onu aramış, babam cevap vermemiş. Yarım saat geçmiş, hala ses yok. Babamın cep telefonu numarasını tekrar çevirmiş; telefonu tanımadığı bir bey açmış. Adam ona “kimsiniz?” diye sormuş, “baldızıyım” cevabını alınca hastanenin güvenlik görevlisi olan bu bey babamın hastanede, acilde, ameliyatta olduğunu söylemiş!
BABAMIN HAYAT FİLMİ BÖYLEYMİŞ
Babamın tarafında ise hikayenin bu kısmı şöyle; babam o iş yerinden ayrılıyor, teyzeme uğrayıp onu biraz sevindirmek istiyor, fakat teyzemin evini şaşırıp sapağı kaçırıyor, bir önceki yola giriyor, o cadde üzerinde bir hastane görüyor, binaya bakıp “aa burada hastane varmış” diye içinden bir düşünce geçiyor, aracıyla köşeyi dönüyor, otomobilin içinde birden fenalaşıyor ve o anda az önce arka sokakta bir hastane gördüğünü hatırlıyor.
‘Her şerde bir hayır vardır’ sözünü hatırlatan bir durum. Yolu şaşırmak, uçağı kaçırmak, geç kalmak hepsi büyük bir planın parçaları; sadece teslim olmak gerekiyor işte.
Zar zor direksiyonu o sokağa çeviriyor, acil kapısına gelip aracın kapısını açık bırakarak, üzerindeki cep telefonu, gözlük, cüzdan, paralar yerlere saçılarak kendini içeri atıyor. Kapıdaki güvenlik görevlisi arkadaş babamı ilk karşılayan kişi. Babam acile geldiğinde bilinci bulanık; kendinde değil. O esnada babamın kalbinde ritim bozukluğu gelişiyor, elektroşok uygulanıyor. Kalbi duruyor. Kalp masajı yapılıyor. Ardından tekrar elektroşok veriliyor. Ritmi ve kalbin atışı normale dönüyor. O esnada sıçrayıp kan çanağı içindeki gözlerini, yerlerinden fırlayacakmış gibi açıyor, kendini zorlayıp haykırıyor, birşeyler anlatmaya çalışıyor ve sonra “aa” diye bağırıyor, sedyeden kalkmak istiyor. Derhal anjiyoya alınıyor; istemsiz hareketleri nedeniyle hafif uyutularak önce balon sonra stent uygulanıyor. Bu haliyle yoğun bakıma alınıyor. Birkaç dakika içinde ritmi yine bozuluyor ve kalbi duruyor. Defalarca şok uygulanıyor. 15 dakika boyunca kalbi aralıksız masajla çalıştırılıyor. Solunum makinasına bağlanıyor. Kalbin tekrar normal ritmine dönmesini sağlamaya çalışıyorlar. Ancak kalp fonksiyonları durmuş babamda bir belirti görülmüyor. Elektroşok vermeye devam ediyorlar. Babama 10 kereden fazla, 20’ye yakın kez elektroşok yapılıyor! 45 dakika boyunca mücadele ediliyor. Bu çok uzun bir süre!
Kalbi sonunda tekrar çalışıyor. Tekrar anjiyoya alınarak stenti kontrol ediliyor. Pıhtı ile tekrar tıkanan stente birkaç kez balon yapılıyor. Damar açıklığı sağlanınca babam yine yoğun bakıma alınarak makineye bağlanıyor.
Ancak beyne oksijen gitmesi azaldığı için ödem yapıyor ve başka bir müdahaleden önce uyutulması gerekiyor. Hayata dönen babam bir gün boyunca ilaçlarla uyutuluyor.
Babam birkaç aydır nefes seansları yaptığı için normalde birkaç gün solunum cihazında kalması gerekirken aynı gün cihazı çıkarıyorlar çünkü babam ağzından kendi nefes almak istiyor.
Hikayenin bu kısmını daha sonra babamdan dinleyelim,
“Arabada kalbim sıkışıyor, fenalaşıyorum ve hastanenin yerini hatırlayıp kendimi acile atıyorum, nasıl girdim, ne yaptılar ilk kısımları hatırlamıyorum. Beni yoğun bakım odasına getiriyorlar, içeride doktorlar konuşuyorlar, bana müdahaleler yapılıyor. Sonra simsiyah giyinmiş Azrail’i ve arkasında başka siyah cüppelileri görüyorum. ‘Cuma günü selanı verelim mi?’ diye bana soruyorlar. “Hayır, daha erken. Daha yapacaklarım var. Kızlarım var. Beni almayın. Ben zaten ölmedim.” diyorum. Beni dinlemiyorlar. Beni diri diri gömecekler. Odadakilere bunu anlatmaya çalışıyorum ama ağzımı açamıyorum, sanki dişlerim kenetlenmiş gibi. O sırada yanımda yükselen bir ışık görüyorum. Tanrı’yı hissediyorum. Melekler de var. “Hadi diyorum hep ‘mucize’den bahsedersiniz, gösterin bana mucizeyi” Son bir nefes alıyorum, zar zor elimi oynatıyorum ki yaşadığımı anlasınlar. Ve geri geliyorum.
HASTA YAKINI SAKİNLİĞİ
Babamın kalp krizi geçirmesi annemle bana haber verildiğinde yazlıktaydık; durumunun kritik olduğu söylendi, annem ilk uçakla İstanbul’a gitti. Ben kalmak istedim. Kal gelir ya, bana kal geldi. Sakinleşmek, kendi başıma kalmak, derin düşünmek geldi içimden. Balkonda tek başıma oturdum; biraz ağladım, babamla en son ne konuştuğumuzu düşündüm, ‘iyi ki güzel ayrılmışız’ dedim, “Ah baba niye kendine bunu yapıyorsun” diye hayıflandım, bundan sonra olacakları nasıl kabulleneceğimi ve karşılayacağımı düşündüm. Doktor durumunun krtiik olduğunu, iki kez kalbinin durduğunu, uyansa bile beyninin hasar görme riski olduğunu söylemişti. O sessizlik içinde bana tuhaf bir his geldi; bir güç, bir huzur, bir kabulleniş...
Uçak saatlerine bakmayı bırakıp odama geçtim, gözlerimi kapadım, derin nefesler aldım, dua etmeye başladım, meditasyon yaptım, babamın zihnine huzur gönderdim, adeta o yoğun bakım odasına girip üzerine ışıklar gönderilmesini sağladım. Ve gözlerimi açtığımda Yaradan’a “Ne olacaksa kabulüm yarabbim” dedim. Ne olacaksa!
Sanırım, hasta yakınlarının bu gibi durumlarda ellerinden geldiğince sakinliğini koruması gerekiyor. Genetik olarak bağlı olan kişiler birbirlerine enerjilerini yansıtabiliyorlar. Hastane kapısında ağlayışlar, sigara üstüne sigara yakmalar belki de içeride yaşam mücadelesi veren hastayı daha negatif etkiliyor.
Ertesi sabah erkenden uçağa atladım. Hastaneye gittim. Aileyi sakinleştirme görevi bendeydi. Babam dört gün yoğun bakımda kaldı. 1.derece yakınlarını günde iki defa birkaç dakikalığına soktukları yoğun bakım odasına ilk girdiğimde yatağına yaklaştığımız an babam gözlerini açtı. Solunum maskesini çıkararak konuşmaya başladı; tam beş dakika sadece o konuştu. Biz sadece elini tuttuk. Normalde konuşmayı pek sevmeyen bir adamdır babam.İlk söylediği cümle “Bir daha asla ağzıma sigara sürmeyeceğim. Yürüyüşe çıkacağım ama yokuş çıkmam” oldu. Hayretler içinde ama mutlulukla babama bakakaldık. Sonra bize Allah sevgisini, O’nunla nasıl konuştuğunu, ölümü nasıl alt ettiğini anlattı. “İyi ki ben bu tür spiritüel bilgileri öğrenmişim, yoksa bu olayı atlamazdım çünkü Tanrı’yı gördüğümde onunla nasıl konuşacağımı biliyordum” dedi.
Babamın bu olaydan sonra ifadesi açıldı. Rahatlıkla konuşuyor, istediğini söylüyor. Yıllar boyu içinde tutardı, pek konuşmazdı.
Doktorlarıyla konuştuğumda böylesine inanılmaz bir vaka geçiren hastanın yaşamasının, yaşasa bile beyninin zarar görmemesinin mucize olduğunu söylediler.
Bana bu olay şunu öğretti;
“Ne gelirse Allah’tan. Her şeye ama her şeye kabul veriyorum. Yaşadığımız her şey bizim yansımamız ve Rabbin büyük bir planının parçası. Karşı koymaya gerek yok. Tanrı bizi öyle güçlü yaratmış ki o gücü ve huzuru her şartta hissedebiliyorsun, eğer hissetmeyi öğrenmişsen…”
Şok, üzüntü, hüzün, acı, mutluluk, sevinç, şaşkınlık, minnet duygularının hepsini içine alan bir deneyimdi ve çok şükür geçti.
Babamın yakında açık kalp (by pass) ameliyatı var. Kan donörlerinden biri de ben olacağım. Onu da atlattığında ailecek ruhen daha huzurlu hissedeceğiz.
*
Not: Babamın hayatını kurtaran, tesadüfen yoldan geçerken içeri daldığı Beylikdüzü’ndeki Özel Kolan Hastanesi’nin ekibine, ilk müdaheleyi başarıyla yapan Dr. Ali Karaçınar’a çok teşekkür ederim. Rekafatçisiz, kim olduğu o an bilinmeyen, acilden giren bir hastayı böylesine canla başla hayata döndürmeye çalıştıkları için… Babamı acil kapısında ilk karşılayan Pronet’in güvenlik görevlisi Ersoy Çetin’e de teşekkürü borç bilirim. Sabahın erken bir saatinde bindiğim Onur Air’in uçağındaki adını bilmediğim ama üzüntülü halimin sebebini öğrenince Yasin Suresi’ni okuyan hostes kardeşime de sevgilerimi iletiyorum. İnanılmaz güzellikte melek ruhlarınız var…
Ece Vahapoğlu Twitter hesabına ulaşmak için lütfen tıklayın
Ece Vahapoğlu Facebook hesabına ulaşmak için lütfen tıklayın
Ece Vahapoğlu LinkedIn hesabına ulaşmak için lütfen tıklayın