Kurumsal Sosyal Sorumluluğun (KSS) tarihçesi için çeşitli hikayeler anlatılır. Sanayii devriminin çıktıları, esnaf ve zanaatkar dayanışması platformları, tarihteki ilk hayırseverlik girişimleri gibi bir takım olaylara dayandırılarak anlatılan kurumsal sosyal sorumluluğun 1960'lardan sonra bir momentum kazandığını biliyoruz.
1960'lar özellikle sosyal tabuların tartışıldığı ve rahatlamaya gidildiği bir "kültürel reform" dönemi olarak tanımlanır. Bu dönem aynı zamanda anti-emperyalist mücadelenin doruğa çıktığı ve Avrupa ülkelerinin sömürgesi altında olan birçok ülkenin bağımsızlığa kavuştuğu bir dönemdir. Normların sorgulandığı bu hareketli dönemde yükselen güçlü seslerden kurumsal dünya da nasibini almaya başladı. Hissedarların beklentilerine göre sınırları çizilmiş bir kapitalist dünyada yaşayan şirketler çalışanlarından, tüketicilerden, toplumun genel kesiminden ve birçok ülkede sosyalist rejimin ağırlığını koyduğu devletlerden güçlü beklentiler duymaya başladı.
Özellikle geniş coğrafyada faaliyet yürüten çok uluslu şirketlerin bu beklentileri yönetebilme ihtiyacı, öncelikli olarak paydaş kavramının tanımlanmasına sebep olmuş ve KSS, hissedardan öte bir paydaş beklentisi yönetim modeli olarak ortaya çıkmıştır.
Kurum içi ve dışı etki alanı içinde kalan tüm birey, topluluk ve kurumları kapsayan paydaşların beklentisini önceden anlamak, bu beklentiyi iyi yönetebilmek ve sonradan oluşabilecek riskleri önlemek için yapılan KSS uygulamaları aslında bir şirketin operasyonlarının çekirdeğinde yer alır. Yatırım planlaması, iş geliştirme, üretim, pazarlama, satış, satış sonrası, geri dönüşüm, lojistik gibi her iş sürecinde uygun bir KSS politikası olması gerekiyor. Bizim de bir tane olsa iyi olur anlayışıyla başlatılan, paydaş beklentilerinden uzak, kurumun faaliyet konusuyla uzaktan yakından alakası olmayan ve iletişim ağırlıklı yürütülen projeleri olan şirketlerin ya uzun dönemli vizyonları yok, ya da yöneticilerinin yöneticilik becerileri kıt ve geliştirilmesi gerekiyor.
KSS'nin ortasındaki Sosyal sözcüğü hep topa tutuldu. KSS sadece sosyal değil, çevresel, ekonomik ve bilimum sorumlulukları da kapsar dendi. KSS out, Sürdürülebilirlik in diyenler oldu. Sürdürülebilirlik kavramı ziyadesiyle kaynak kullanımı üzerine ve çevre odaklı geliştiği için KSS'ye tekrar geri dönüldü ama Sosyal sözcüğü kırpıldı. Halbuki, yapılan yanlış Sosyal sözcüğünün sadece toplumla ilgili sorumlulukları kapsadığı şeklinde yorumlanmasıdır. Sosyal sözcüğü Paydaş'a denk gelmektedir.
Kurumsal Sosyal Sorumluluk, şirketin faaliyetlerinden ötürü oluşturduğu etkiyle alakalı olarak kamu, sivil toplum, çalışanlar, finansörler, tedarikçiler, müşteriler vs gibi grupların çevre, insan hakları, çalışma standartları, yolsuzlukla mücadele ve hatta şirketin faaliyet konusuyla alakalı olduğu ölçüde, kültür, sanat ve sporun gelişimi gibi birçok konuda gerçekleşen beklentilerine cevap verebilme becerisidir.
Bu beklentiler şirketten şirkete değişiklikler gösterebilir. Bir yazılım firmasından en büyük beklenti yerel dilde, kolay erişilebilir ve makul şekilde fiyatlanmış uygulamalar geliştirmesi olabilecekken, bir toplu taşıma firmasından çevre dostu araçlarla engelli ve yaşlılara da hizmet sağlayabilen bir iş modeli olabilir. Keza, bir gıda firmasından beklentilerle bir enerji firmasından beklentiler çok farklı odaklarda olabilir.
Ancak tüm firmaları ilgilendiren temel bazı ilkeler vardır ki, bunlar Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi tarafından toplam on ilke olarak tanımlanmıştır.
En özet şekilde KSS'nin ne olduğunu anlatmaya çalıştım. Nereye gittiğini ise bir sonraki yazıda ele alacağım. Sorumlu günler diliyorum.