Dosya Yükleniyor. Lütfen Bekleyiniz...



Facebook
Twitter
Başa Dön

Sürdürülebilir Değil, Sürdürülebilir Bir Anlayış

7 Eylül 2012 , Cuma 14:44
Sürdürülebilir Değil, Sürdürülebilir Bir Anlayış

Sürdürülebilirlikle ilgili olarak ilk söylenmesi gereken, konunun bir ‘’sosyal sorumluluk olmadığıdır’’. Sürdürülebilirlik kavramı değişik kurumlar tarafından kendi alanlarına özgü olarak tanımlanıyor. Ancak, yine de üzerinde hemfikir olunan genel bir tanım da mevcut. Pek çok kişi sürdürülebilirlikle ilgili olarak konuşurken, konuyu belki de yeni gelişen bir bilim olarak tanımlıyor. Buna biz de katılıyoruz. Sürdürülebilirlik bir ‘’işin’’ kesintisiz  devam etmesi anlamına da gelmiyor. Bazı kurumlar, markaları ile ilgili sürdürülebilirlik kavramını böyle yorumlayarak kavramsal açıdan böyle bir hata yapıyorlar. Sürdürülebilirlik, bir kurumun ekonomik, sosyal ve çevresel dinamikleri göz önünde bulundurarak, bu üç dinamiğin birbiriyle etkileşiminde ekonomik kalkınmayı, insan yaşantısını ve çevresel dengeyi olumlu yönde etkileyecek adımlar atarak ilerlemesidir.

Kavramın temelleri aslında yeryüzünde insanoğlunun ekonomik, sosyal ve çevre değişiminin başlatıldığı endüstri devrimine uzanıyor. 1800’lerden itibaren fabrikalaşmanın artması, insanların olumsuz sosyal yaşantıya maruz kalmasına (kötü çalışma koşulları), üretimde dengesiz hammadde kullanımı ve zararlı atıkların salınması sonucu da doğa ve insan hayatı tehlikesi giderek artmıştır. Sürdürülebilirlikle ilgili olarak pek çok araştırmacı ve bilim adamı daha 1800’lü yıllardan başlayarak kitaplar yazmışlar, konuyu gündemde tutmaya çalışmışlardır. Çünkü, ekonomi, sosyal ve çevresel denge kurulamazsa ‘’kalkınma’’ kavramı da üretimin temeli olan insana zarar vermeye başlıyor.

Son yıllarda ve markaların sürdürülebilirlik kavramı üzerine bu kadar yoğun çaba göstermelerinin nedenleri var. İnsanlar artık, markaların sürdürülebilirlik kavramı üzerine bu kadar yoğun çaba göstermelerinin nedenleri var. İnsanlar artık, markaların üretimleri esnasında olduğu kadar gelecek için de çevresel ve sosyal konularda daha duyarlı olmasını istiyor. Yapılan araştırmalar tüketicilerin yavaş yavaş bu tür markaları tercih etmeye başladığını gösteriyor. Hatta sadece tüketiciler değil, bazı kurumlar kredilendirme ya da puanlamada sürdürülebilirlik üzerine çaba harcayan kurumlara daha çok öncelik sağlıyor.

Bu ilerlemenin bilimsel temelleri de Dünya Koruma Stratejisi ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı Çalışmaları, Ortak geleceğimiz (Brundtland) Raporu, Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı (Rio de Janeiro-1992), Sürdürülebilir Gelişme Komisyonu, Avrup Birliği 5.Eylem Programı, Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı (İstanbul-1996), Rio+5 Forumu ve Dünya Sürdürülebilir Gelişme Konferansı (Johannesburg-2002) gibi çalışmalarla destekleniyor ve markalar bu çalışmaları sıkı takip ediyor.

Mark Roseland bir yazısında, ‘’ sürdürülebilir kalkınma, ancak ekonomik büyümeye sosyal bağımlılığın azalması halinde mümkün olabilir. Odak noktasında büyüme değil, kalkınma daha iyi hale gelmektir’’ diyor (M.R. Simon Fraser Üniversitesi, Profesör, Kanada).

Roseland’in yazısında temeli ekonomik kalkınmanın yerellerde olması gerektiği üzerine devam ediyor. Burada benim dikkat çekmek istediğim nokta markaları da ilgilendiren ‘’kalkınma’’  kavramları. Markalar, sürdürülebilirlik kavramının temeli olan üç bilişeni (belki gelecekte başka bileşenler de eklenecek) dikkate almazlarsa büyüyüp irileşecek ve sadece bencil bir kâr amacı ile dünyayı yok olmaya doğru sürükleyecek.

Sürdürülebilirlik sistemini kuran ve bu konuda da her yıl ‘’sürdürülebilirlik raporu’’ hazırlayarak paydaşları ile paylaşan şirketlerin bir önceki döneme göre tasarruf, atık değerlendirme, insan kaynakları için çalışma koşullarının iyileştirilmesi gibi önemlerinin kârlılığı her yıl artırdığını açıkça görebilirsiniz. Bu da çok net olarak, reel sektörde sürdürülebilirliğin aslında verimli bir şirket stratejisi olduğunun da kanıtı.

Ayrıca  markalar için sürdürülebilir bir marka olmak, markanın kimliği, konumlandırması ve özellikle tüketicisine sunacağı vaadlerin de desteklenmesi anlamına geliyor. Markalar kendilerini sürdürülebilir bir marka stratejisine bağlı olarak yönetmeye başladıkları anda, bu stratejiyi aynı zamanda tüm iletişim kanallarında kendileri için olumlu imaj yaratmada ve şu an için öncü marka olma yolunda kullanılabilirler. Sonuç olarak sürdürülebilirlik, markalar için bir katalizör olacaktır.

Gerçekten de geleceğimiz için sosyal hakların, sağlıklı bir ekonomik kalkınmanın ve yaşanabilir bir çevrenin mimarı markalar olacak. Çünkü, ekonomik sürekliliği için insanı ve çevreyi kullanan markalar. Bu nedenle sorumlulukları tamamen üzerine almakla yükümlüler. Gelecekte dünyanın ve insanlığın yaşayabilmesi için buna zorunlular.

Kaynak

Bülent FİDAN

The Brand Age

Yasal Uyarı: halklailiskiler.com sitesinde yayınlanan yazılı ve görsel içeriğin tüm hakları halklailiskiler.com'a aittir. Kaynak gösterilse dahi herhangi bir içeriğin tamamı izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alınan içeriğin bir bölümü halklailiskiler.com’a link verilerek kullanılabilir.
Yorum Yazın