Fazıl Hüsnü Dağlarca, Puşkin Bildirisi şiirinde “ Seni okurken/ Anlar kişi/ Kamuoyunun sözcükler olduğunu” der. Sözcüklerin kullanıldıkları bağlamın anlamı nası biçimlendirdiğini de Volfgang Sachs şöyle somutlar:” 20’inci yüzyılda ‘kaynak sözcüğü’,sanayi girdilerini tanımlamak için kullanıldı. Bunun sonucunda, ormana bakıp ‘kereste’, kayalara bakıp ‘ maden cevheri’, manzaralara bakım ‘gayrimenkul’ insanlara bakıp ‘emek gücü’ görmek üzüre eğitildik.Burada kullanılan dilin yazgıyı nasıl açığa vurduğunu anlamamız gerekiyor.”
The New York Times’in Başkanı ve CEO’su Mark Thompson “Duygularımızı demlemeye bırakmanın olgunlaştırıcı ” etkilerini analiz ederken, yükselen “popülist politik söylemin” alıcısı olduğunu belirterek, toplum düzenini değiştiren saldırgan dil nedeniyle bu sorunun uzun uzun tartışılmasını öneriyor. Çok daha önceleri John Berger, duyarsızlaştırıcı anlatımların ard arda sıralanmasının “içerikleri boşaltan” etkisi üzerinde duruyor; eğilimin sığ ve popülist anlayışların ekmeğine yağ sürdüğü uyarısını yapıyor. Berger, geliştirici bir hikayenin anlatılması yerine, şok söylemlerin öne çıkmasının tehlikeli olduğunu söylüyor. Tehlikeyi artıran gelişmenin de, medyanın, “ tanıma, sınıflandırma ve odaklanma dilinin”, işletme uzmanlarının dil ve mantığına yaklaşması, her şeyi sayılara döken, nadiren işin özü ya da niteliğiyle ilgilenen bir dil ‘in kullanılması olduğunu belirtiyor.
İnsanlığın engin birikimi, sözün ağızdan çıkana kadar bizim esirimiz olduğunu; söylendikten sonra bizi esir edeceğini söyler. Hacı Bektaş Veli, “diline sahip çık”öğüdünü verir. Yunus Emre biraz daha derinden bakarak, Anadolu’ daki çileli bir dönemin örsünde sağlamlaşmış anlatımıyla “ Sözcüğü bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz/ Sözünü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz” ya da “ Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı/ Söz ola ağulu aşı bal ile yağ ede bir söz” uyarısını iletir. Atasözümüz,”Keskin kılıç yumuşak ipliği kesmez” diyerek, sert güç yanında yumuşak gücün direncini anlatır. Mark Thompson, “ Ne söylendiğinden çok nasıl söylendiğimizin her zamankinden daha fazla önem taşımaya başladığının” altını önemle çizer.Ege Cansen, Filozof Ludwigw Wittgenstein’ e gönderme yaparak, “Söylediğin şey, söylediğin değil, söyleyiş tarzın ve hangi bağlamda söylediğindir.Kelimeleri hangi anlamda kullanıyorsan o anlama gelir,” saptamasını paylaşır. Dil, tarihin her döneminde değişik bağlamlarda maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırmanın kanallarını açtığı gibi, saptırıcı etkiler de yapmıştır. Bu açıdan bakıldığında, Latincede, “birlikte” ve “örme” sözcüklerinden oluşan “bağlam” dil kullanımında anlama netliğinin anahtarı haline gelir. Bileşenleri ve bağlamları birlikte örerek dilin anlam içeriğini oluştururuz; sözcüklere değerler yükleriz.Değerler sisteminin oluşmasını dil yoluyla sağlarız; büyütürüz.
Kültürün özüdür
Dil konusunda toplumumuzun ortak değerleri çok nettir:“ Sağaltır hekimler el’ de yarayı/ Gün geçer zihinde zerresi kalmaz/ Çoğaltır zihinler dil’ de yarayı/ Açma dil yarası çaresi olmaz” diye, dil’in ölçülü kullanılmasının önemini vurgulayabiliriz.
Etkili bir araç olan “medya dili” üzerine değerlendirmeler, medya çalışanlarının yüzde kaçında bir tartışma etkisi yaratabiliyor? Her gün bir dizi rakamı ard arda sıralayan kaç medya mensubu, yaptığı işin insanların “kendi gerçekliği” ile “hayatın öz gerçeği” arasındaki farkı anlamasını kolaylaştırıcı etkisini sorguluyor? Kaç yayın yönetmeni, ayda hiç olmazsa bir gün hükmettiği aracın dili üzerine çalışanların birikimini değerlendirme ustalığını gösteriyor? Verileri derleyen, onları malumata dönüştüren, uygun metotlarla malumatları bilgi haline getiren, bilgileri paketleyerek dağıtan medya, son çözümlemede dilin anlam derinliğinde kitleler üzerinde güçlü etkiler yapan bir araç olduğunu bilerek ilerlediğinde, toplumsal gelişmenin hızlanacağı bilinen bir gerçek…
Medya, elinde bulundurduğu gücü doğru yönlendirmezse, sözü demlemeden, akla ilk geldiği gibi söyleme eğilimini güçlendirmiş olur; böylesi bir gelişme döner hepimizi tehdit eder. Toplumda “güven” yaratmak için “ilke ve kurallardan” yola çıkma yerine, “kitle dalkavukluğunu” öne çıkarma eğilimi güç kazanır. Bilmeyiz ki, ilke ölçüsüne vurulmamış dil, tarihin bütün akışında toplumsal belaların kaynağı olmuştur; bu gerçekliği bilerek dilimize ayar vermeliyiz.
Sevgi yolu
Toplumda ayrışma ve kutuplaşmaya fırsat tanımayan “kapsayıcı dil” önemli ihtiyaçlarımızdan biri. Kapsayıcı bir dile götüren yolu bize Selçuk Demir çiziyor: “Çok uzun bir yol olmakla birlikte insanın yalnız kendisi olabilmesinin bir yolu var. Önce o yolu bulmalıyız: Bütün filozoflar, değişik bakış açılarıyla düşünebilen insanlar ‘mutlu olmanın yolu, sevmeyi öğrenmekten geçer. Ancak o zaman insanın sadece kendisi olabilmesi mümkün olabilir “. Selçuk Demirel’in hemşehrisi Şota Rustaveli de sevginin ve sevdanın önemini bir beyitte bin kitaba denk bir anlatımla paylaşır : “Düşmemişsen bir sevdanın peşine/Özün düşman olur kendi özüne!”
Atasözünde dendiği gibi: “Dil’den gelen el’den gelse her fukara padişah olurdu…” Biz sözel anlatımın gevşek ve kolaycı yapısının da bilince olmalıyız. Kolaycılıktan uzak bir dilin net bilgiye dayanması gerekir. Sevginin ürettiği mutluluğu sürdürebilir kılmak istiyorsak, içine ciddi biçimde bilgi katmalıyız.
Soralım: Neden kendimiz olmak için gerekli çabayı göstermiyoruz? Neden her şeyin radikal biçimde değiştiği, alt-üst oluşlar yaşandığı bir zaman kesitinde, psikolojik>>>=q.,j`wuawu5f f mesafelerimizi yeniden ayarlayarak değişmelere uyum gösterebilmek için “ortak yararımız” üzerinde “ortak dil ve ortak akıl” yaratamıyoruz?
Konuşmak zorlaştı
Toplumun orta ve uzun vadede istikrarını korumak isteyen herkesin “ sosyal mesafe” ayarları üzerinde düşünmesi gerekir. Oysa günümüz dünyası, Thompson’un vurguladığı gibi,“karşı tarafla konuşmak hiç olmadığı kadar zorlaştı.İdeolojinin beslediği düşünme biçimi, “ötekinden gelen her öneriyi, her önergeyi koşulsuz reddetme üzerine kurulu, her şeye karşı çıkan ve protesto eden bir anlayışı ” özendirdi.“ İktidarın işini zorlaştırma adına her şeyi reddeden” dil , biz istesek de istemesek de popülist iktidar sahiplerinin ekmeğine yağ sürüyor. Popülist dil tuzaklarına yakalanmış toplumlar arasında çıkmazda olmayanı tek bir örnek yok.
Manzum anlatımla
Popülist dile de ortam yaratan ve sözel kültürün aracı olan manzum anlatımlara yatkınız. Oysa kısa mesajla ve sığ iletişimle geleceği yönlendirecek düşünce geliştiremeyiz.Yine de, erişebilirlik alanını genişletebilmek için düşündüklerimizi manzum anlatımla paylaşabiliriz:
Sağaltır hekimler el’de yarayı
Gün geçer zihinde zerresi kalmaz
Çoğaltır zihinler dil’ de yarayı
Açma dil yarası çaresi olmaz
“El’ine bel’ine dil’ine” sahip
Sözünü ayarla olursun galip
Dil ile gönüller kırması ayıp
Dil’ine gem vuran yollarda kalmaz
Kemiksiz dil’dir bu her şeyi söyler
Akıl onu gemler hatadan kollar
Tatlı dil’le aşılır engeller yollar
Güzel söze hiçbir kapı kapanmaz
Dil hayat çözgüsü akıl atkısı
Zihin desenidir makul renklisi
Düğüm düğüm örme ömür halısı
Güzel söz kumaşı her daim solmaz
Gülağa kem sözün dili kurusun
Tatlı sözler şu evrende yürüsün
Güzel sözün gülü açsın büyüsün
Sözün çirkininde hayır aranmaz