Zaman Gazetesi yazarı Günseli Özen Ocakoğlu, İstanbul'da gerçekleşen The CUP etkinliğinde konuşma yapan Prof Dr. Slavoj Zizek ve Edward de Bono'nun konuşmalarını köşesine taşıdı. İşte Ocakoğlu'nun kaleminden Zizek ve Bono;
Söylediğiniz gerçekten söylemek istediğiniz mi?
İstanbul'un her an sürprizlerle dolu melankolik havasını sevdiğini ve kendisini bu her adımda görüntüsü değişen şehirde çok iyi hissettiğini söyleyen Prof. Dr. Slavoj Zizek, komünist bir ülkede doğmuş. Kendi ifadesine göre Yugoslavya'da sistem yıkılınca Marksizm'e ve sonrasında gelen kapitalizmin ideolojisine sıkışmadan her iki sistemi de dışarıdan gözlemlemeyi başarmış. Bu nedenle meselelere iki açıdan bakmayı beceriyor. Ancak kurgusu çok farklı ve yakından da şahidim ki o bizim fani dünyamızda yaşamayanlardan. Eh, filozof olmak kolay değil!
Prof. Zizek, "Siz zaten sade kahve içmeyi isterken size sunulan kahvenin içinde süt ya da kremanın olmadığının söylenmesi insan aklında bir beklentiye yol açar. Aslında sizin beklentileriniz açısından bir önemi yoksa da 'var olmama' hali ona sahip olamayanda bir yoksunluk hissi doğurur. İnsan sahip olamadığını düşündüğü her ne ise ihtiyacı olmasa da sahip olmak ister." diyor. İşte bana göre de bu, satın alma motivasyonunun başlangıç noktasıdır.
"Mesajın kim tarafından, ne zaman, nerede verildiğinin elbette önemi varsa da aslında söyleyenin söylediğinin ötesinde dinleyenlerde her türlü hastalıklı insan içgörüsünü de tetikleyebilir." diyen Zizek örneği kendi coğrafyasından veriyor, "Sırp Miloseviç, vatandaşlarına, 'Sırbistan'ı koruyun!' derken, içinde hastalıklı duyguları barındıranlar, 'Bosnalılara tecavüz edin' mesajını aldı." Bu örnek aklıma kelimelerin ne kadar güçlü olduğunu ve siyasilerden kanaat önderlerine kadar herkesin ne kadar dikkatli söz söylemesi gerektiğini düşündürdü.
Zizek, "İnsanlara ne bildiğimi biliyorum" diyebilirsiniz ya da "Ne bilmediğimi biliyorum" diyerek durumu karmaşık hale getirebilirsiniz. Veya "Ne bilmediğimi bilmiyorum" diyerek durumu daha da karmaşıklaştırabilir, insan zihnini dumura uğratabilirsiniz." diyor. Örnek olarak da Irak Savaşı sırasında ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in bu yöntemi kullandığını söylüyor. Bu söylem sonrasında ne olduğunu da hepimiz biliyoruz. Bizim kafamız karışıkken özgürlük vermek üzere Amerikan askerleri Irak'a girmiş daha geçen ay geri çekilene kadar da 10 yıl orada kalmışlardı.
"Artık ürün değil, ideoloji satın alıyoruz" diyor Zizek ve Starbucks örneğinden yola çıkıyor, "Daha pahalı olan Starbucks'tan kahve içerek kendini doğaya karşı daha etik davranıyormuş gibi hissedebilirsin. Aslında satın aldığın hem biraz bu duygu hem de Starbucks ortamında sağladığın sosyalleşmedir." Bu bizim dünyamızda şöyle karşılık buluyor: Marka vaadi sadece üründen alınan fayda değil, ondan da fazla size yaşatılan duygu halidir. İşin şirket tarafındaki herkes bunun için çaba ve para harcıyor.
De Bono: Gereğinden fazla istişare iş yapmayı engeller
Peki, Edward de Bono insan aklının labirentlerinde gezerken ne diyor? Öncelikle ustanın çok yaşlandığını söylemek isterim. İnsan aklı ilerleyen yaşla eskisinden çok daha iyi çalışsa ve söyledikleri dehşet şeyler olsa bile söyleme biçimi söylenenin etkisini azaltıyor.
Bono değerli bir beyin ve Türkçeye çevrilmiş pek çok da kitabı var. Benden daha fazla Bono hayranı olan marka stratejisti Hakan Senbir, ustanın konuşmasından benim de bire bir katıldığım kendi payına aldığı öğretiyi şöyle paylaşıyor: "Büyük Usta konuşmasına 1.0.1'den girince, eyvah 10 yıl boşuna bekledik, bize dair pek bir şey söylemeyecek galiba derken, konuşmasının bir bölümünde 'Blocked by the Openness' diye adlandırdığı bir kavramdan bahsetti. Bunu, 'Açıklık tarafından engellenme' olarak da tercüme edebiliriz. Ancak bu kavramı anlamak için 'sıradan engelleme' ile karşılaştırmakta fayda var. De Bono, 'Her iki yanı kapalı düz bir yolda giderken önünüze konan bir engel bir sıradan engellemedir.' diyor. 'Blocked by the Openness' ise eğer ilerlemek istediğiniz yolda, sağlı sollu pek çok yan yol varsa, bu durum sizin için açıklık tarafından engellenmedir; zira yan yollardan çıkan tüm araçlar en az önünüze konan engel kadar güçlüdür."
Bu bizim dünyamızda şu demek: İşlerin hızla ilerlemesinin önündeki en önemli engellerden biri, konunun dışındaki disiplinlerin de içinde olduğu istişare kültürü. Çünkü istişare eden kişi farklı kişilerin görüşlerine danışır. Son derece demokratik ve faydalı olan, ancak kantarın topuzu kaçırıldığında kontrolden çıkan bir durum oluşur. Çünkü istişare ettiğiniz her kişi yöneticinin ilerlemesini engeller. Burada kritik nokta, istişare kültürünün istişare edilen konunun uzmanlarının dışına taşmaması ve uzmanların da sayısının sınırlı olmasıdır." Katılıyorum...